Bu defa bir başlığı var.

 


Gece


  Saçları 5 numara kesilmiş mini etekli bir kız çocuğuydum. Bir odam yoktu, salondaki kanepede uyurdum. Annemle sadece geceleri görüşebiliyordum. Bu yüzden, gece onunla uyuduğumda sabaha kadar gözümü kırpmıyor, saçlarıyla oynuyordum. Beni bir süre gündüzleri üvey babaanneme ardından 3 çocuklu teyzeme bıraktılar. O üç çocukla misket çarpıştırırdık solucan dolu bahçede. Teyzem öfkeli bir kadındı, çocukların sırtında sandalyeler kırardı. Hiç haşere olmayan ben ise zamanla yük olmuş olacağım ki 7 yaşımda evde tek yaşamaya başladım. Okuldaki tek vukuatım sıra arkadaşımın defterine çizik atmaktı. Sıra arkadaşımın benim defterimi çizmesi beni hiç kızdırmaz, bundan dolayı arkadaşım bana küserdi. Bir teneffüslük küslüğün ardından hemencecik barışırdık.

 Zamanla annemle uyumamaya, kuzenlerimle misketleri çarpıştırmamaya, arkadaşımın defterine çizik atmamaya, insanlarla hemen barışmamaya alıştım. En heyecanlı gün artık yarın değil, dün oldu. Ama dünden özlemi, neşeyi, bugünü alamadım. Üstelik artık dün ile yarını karıştırmıyordum.

 Resimler çizerdim elim kalem tuttuğu andan beri: suyun üzerinde uçan ördekler, elması olan ağaçlar ve renkli çiçekler… Ressam olacaktım! Yok yok, başbakan olacaktım ve ülkenin her köşesine resimler çizecektim! Hayalim buydu.

 Bir sabah, en sevdiğim hayal dünyası olan rüyadayken babam beni uyandırıp "Hadi, sana sürprizim var, gidiyoruz" demişti. Sarı çiçekli atletimle ılık güneşin altında yürümüştük. Herkes uyuyordu, sadece babam ve ben uyanıktık. O gün piyanoları görmüştüm ilk kez ve büyük bir heyecanla istemiştim babamdan. "Sana söz" dedi, çıktık oradan. Adımlarım onun adımlarını kovalıyordu. Babam tekrar beni götürmedi, sözünü asla tutmadı. Günün güzelliği, güveni orada, dünde kaldı. Dün, kapı eşiğinde beklediğimi hatırlıyorum.  Beni sevdiğini söylüyordu ancak öyle davranmıyordu. O kapıdan içeri mi girecektim yoksa kovulacak mıydım babamın kanatlarından? Gül veren toprağa işeyen bahçıvanı görmüştüm sanki.    

 Oldukça yalnız bir çocuktum. Ailem bir araya geldiğinde şiddete tanık olurdum. Asi ortanca ablam, beni çok seven babamla çatışırdı. Bir tokat ablama, bir tokat anneme, bir tokat diğer ablama… Eşit bir dağılım olmaz, ben çömelmiş ağlarken görünmezliğimle en büyük tokadı yerdim. İşe yaramaz babamdan nefret ediyordu tüm ailem. Babam annemi aldatıyor, bizi dövüyordu. Türlü sebepleri daha vardı onların sevmemek için. Ben de nefret ediyordum babamdan! Ben, beni artık görmediği, beni artık merak etmediği için... O yalnız annemi değil, beni de aldatmıştı. Benim doğum günümü unutmuş, benim adımı söylemiyor olmuştu. Ama en çok da bana tokat atmayışı canımı yakardı. Anneme sarılmak isterdim, o orada olmazdı.

 Güneş ile kavgaya tutuşurdum, nasıl doğabilirsin annen olmadan, annemi elimden almak için! Sükuneti bitmesin diye bitiremediğim gecelerin hatırına güneşe kırpmadığım gözkapağımla ne kadar güçlü olduğumu gösteren bakışlar atardım. O beni yenerdi… Ben yine de uzun dayanırdım. Şimdi güneşe bakamadığım bir korneam var.

 O zamanlar iki köpeğim vardı: Reks ve Tom. Tom, Ankara ayazında ölmüştü. Reks’le ben dosttuk. Konuşurduk, koşardık; beni dinlerdi. Beslenme çantamı ısırırdı, boş çantamı… Okula birlikte gider, dönerdik. Reks, güneşten güçlü olduğuma inanırdı.

 Bir gün büyüdüm. Taşındık, yine kendime ait bir odam yoktu ve babam dostum Reks’i elimden almıştı. Annemi göremediğim, düşmanım güneşin dahi olmadığı bir evde geçti çocukluğum. Anneleri olan temiz kızlar bana hava atarlardı; ben de onlara yalanlarımla hava atardım. Sonunda başka bir eve daha taşındık, odam vardı artık! Mezarlığa bakıyordu. O camın önünde oturmayı her şeyden çok severdim, ölüme en yakın manzaramdı. Camdan geçenler, diğer hayatlar, gri yağmurlu havalar… Hâlâ en sevdiğim şeydir yağmurun o sesi. O camın önündeyken annemi tekrar görmeye başladım, onu anladım, onunla önce tek başıma, sonra karşılıklı barıştım. Ablalarım evlendi, çocukluğum iyice mi yok, yalanlarım ve anneli temiz kızlar da iyice mi kaybolmaya başladı. Yapayalnızdım… Kimsecikler bana bir şeyler öğretmiyordu, hep hatalar yapıyordum. Artık resim çizemiyordum; devrimi öğrenmiştim, kitapları, şiiri… Ve birkaç dönüm noktasının ardından kendimi işte böyle büyüttüm.

 Büyüdüğümde, beni hem kovmayan hem de içine sarmayan birini daha buldum. Hem bana benziyordu hem de babama. Ona tutulmak ve kaçmak için yeterli sebeplerim olmuştu şimdi. Bir gece beni uyandırıp "Hadi, gidiyoruz," dedi. Herkes uyanıktı ama sadece biz gerçekten uyanıktık. Geceleyin beni öpüp ellerimi tutmuştu. Heyecanla bırakmasın istemiştim ondan. "Biz hiç ayrılmayacağız, sana söz" dedi ve ekledi ‘’Bir gün ayrılmayı istersek bu anı hatırlatalım birbirimize’’ uyuduk. Adımlarımla onun adımlarını kovalıyordum. Gözlerimin içine bakıyordu her zaman. "Vay be!" Dedim, aşk bu mu, tedavi mi ediliyorum? O çocuk bir anda benim için hiçbir şey yapmayacak biri oluverdi. Beni tekrar öyle içten götürmedi, sözünü de tutmadı. Yarının güzelliği, sevgisi orada kaldı. Yere çömelip ağlarken beni görmedi veya bunu bana hiç söylemedi. Kapı eşiğinde beklediğimi hatırlıyorum. Beni sevdiğini söylüyordu fakat öyle davranmıyordu. O kapıdan içeri mi girecektim yoksa kovulacak mıydım onun kollarından? Aşk veren kalbime işeyen bir aşık gördüm sanki.

Artık uyandırılmak istemiyordum.

 O kapıdan kendim çıktım. Biraz olsun bugüne dönebilmek, belki tekrar resim çizebilmek için. Ama sandığım gibi olmadı. Kuşları öldüren ‘o’ ve ördekleri uçuran ben… Onu istemediğimi söyleyip hava attım onun temiz acımasızlığına karşı. Onun da pek temiz geçmemiş olacak ki çocukluğu, o da bana yalan söyledi. ‘’Evet, ben de sevmiyorum’’ dedi. Küstük. Peki, biz niye hemencecik barışamadık? Çünkü o da babam gibi seviyordu beni, ben de yine küçük kız olmaktan korkuyordum. Babam benim gönlümü almak için hiç uğraşmadı. O da uğraşmadı. Babam, ona kızdığımda benimle barışmaya çalışmadı. O da çalışmadı. Hâlâ babamın sözünü tutmasını bekliyorum, hâlâ onun sözünü tutmasını bekliyorum. Hani büyümüştüm?

 Büyükler bunu anlamıyorlar. Hâlâ kuzenlerimle misket çarpıştırmak, defterlere çizikler atmak, hemencecik barışmak istiyorum. Eğer çocuk olduğum için cezalandırılmayacaksam, hâlâ çocuk kalmak istiyorum. Hem kız hem erkek... Hatta bir kız kelebek! Benim dışı kırık şiddet dolu, içi yumuşacık babacığım. Seni de sana benzeyeni de çok seviyorum. Bana el uzatırsanız size el uzatacağım. Koyu perdelerimi alıp geceler gibi gündüzü de neşeye bulayacağım. Resimler çizeceğim tekrar, uçan ördekler olacak: Turuncu, gri, turkuaz… Annemle olan barışımı sizinle de imzalayayım. Sözünüzü tutarsanız şayet başka söz beklemeyeceğim. Barışmak istiyorsanız barışalım, seviyorsanız sevelim, özlüyorsanız kavuşalım… İşemeyin artık çiçek açan yerlerime, kalbime… Daha güçlü olmama, güneşi yenmeme izin verin. Beni daha fazla kapının ardında bekletmeyin.

 

Sevgilerimle,

Küçücük.